Edebiyat
ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok
fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar
hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın
heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk
kitaplar da tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize
kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu
ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi
yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak
sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici
cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur.
Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını
paylaşmış oluruz.
Onur Çalı
Kitapsız bir hevesli olmaktan
kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Yazmak her zaman benimleydi. Tabii ki okumak
da. Okumaya başladığımda yazmaya da başladım. Okuyan herkesin de yazdığını
zannediyordum. Birinin elinde kitap görünce "acaba o ne yazıyor" diye
düşünürdüm. Ancak kendimi fark etmemle bu durum değişti, tuhaf denilebilecek
bir hal aldı. 16 yaşındaydım, belki de 15; birkaç arkadaşımın yazısını
okumuştum, o zaman anlamıştım yazmanın zorluğunu ve herkese ait olmadığını. Düşünsenize,
nefes almak kadar doğal ve herkeste olduğunu düşündüğünüz bir özelliğin bir
anda aslında size özel olduğunu öğreniyorsunuz. Üstelik bu kendine gelme,
biriyle ya da bir olayla değil, tek başınıza gerçekleşiyor. Çok tuhaf! Tabii
bir yandan da çok iyi kitaplar okuyup kendimin kötü bir yazar olduğunu
keşfediyordum. Yazmanın "yolda olmak" olduğunu o zaman anladım. Bir
yazar için en iyisi yoktu, daha iyisi vardı.
Kitabımın olup olamamasıyla değil, yazmayı
isteyip istemediğimle ilgilendim. Kitap elbet çıkardı, bunun için kendime bir
zaman ya da sınır koymadım. Acelem yoktu açıkçası. Meselem yazmakla ilgiliydi. Kitabımla
ben, eşit ve emin adımlarla birbirimize yaklaştık ve bir anda buluştuk.
Yazma uğraşını neden başka bir
türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?
Ben sıkıntıyı çok seviyorum. Huzursuz biriyim,
hiç rahat edemem. Öykü yazmak da çok sıkıntılı bir süreç. Bir öyküye başladığım
zaman, o öykü bitene kadar kendimi yer dururum. Bazen ondan kaçar bazen ona
koşarım. Bu huzursuzluğum, öyküye yönelmemdeki en önemli sebep. Bir diğer
sebebimse özgürleşmek. Sıkıntıyla özgürlük kafamda hep paraleldir. Sıkıntıyı
severim ve özgürleşmek için yazarım. Kendimi sıkıntılı hissettiğim kadar özgür
de hissettiğim tek tür öykü.
Yayınevini nasıl belirledin? İlk
kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?
Bu benim en güzel hikayelerimden biri. :)
Raskol'un Baltası takip ettiğim ve kitaplarını sevdiğim bir yayıneviydi. Yüz
yüze tanışmamız tamamen tesadüf. Kadıköy Kitap Fuarı'nda tanıştık, onlara üzerinde
çalıştığım öykü dosyamdan bahsettim ve her şey bir anda gelişti. Öykü dosyamı
başka bir yayınevine göndermedim bile. Beklemedim. Zamanını hesaplamadım. Başta
bu kadar kolay olmasına şaşırmıştım ancak zamanıydı ve gerçekleşti. Bu süreç
bana güzel dostluklar da kazandırdı, kendimi şanslı hissediyorum.
Kitabı yayıma hazırlama
sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa,
editöründen razı mısın?)
Tabii ki! Öncelikle yazmam, yazdıklarımı
değerlendirmem konusunda bana yol gösteren ve her konuda yardımcı olan
arkadaşım Selim Yücel'e teşekkür etmeden geçemem. Oldukça bulanık olan bir
dönemi net bir hale getirmemde bana destek oldu.
Kitabımın editörlüğünü Burak Fidan yaptı.
Kendisi aynı zamanda yayınevinin de sahibi. Kitabı yayıma hazırlama süreci çok
keyifliydi. Burak Fidan, yazarıyla birlikte heyecanlanan, yazarının
düşüncelerine önem veren ve en önemlisi yazarına inanan bir editör. Ondan tabii
ki razıyım. (Burak, umarım bunları okuyorsundur. :D)
İlk kitabınla hayatında neler değişti?
Neler ummuştun ne buldun?
Aslında hiçbir şey değişmedi. Hatta bir süre sonra kitabımın varlığını
unuttum. Paylaşımları gördükçe "aaa doğru benim kitabım var" demeye
başladım.
İlk kitabımla bir hayalin somutluğuyla
karşılaştım. Bu, insanda hem soluklanma hem de daha çok koşma hissi
uyandırıyor. "Eee şimdi ne olacak?" diyorsun. Bir anlık bocalamadan
sonra koşmaya başlıyorsun. En güzel tarafı sanırım bu.
Bir yazarın kitabını yayımlaması onu artık
koruyamayacağını anlamına geliyor. Aynı zamanda "bu yazılanları sadece ben
biliyorum" büyüsünü bozuyor. Bu büyünün bozulması yazarın gözlerini açıyor
ve yazar, kendini eleştirmenin ahlakını öğreniyor. Ben ilk kitabımla,
rekabetimin sadece kendimle olduğunu öğrendim. Kendimi eleştirmenin kurallarını
da öğrenmeye devam ediyorum.
Telifini alabildin mi/alabilecek
misin?
Telif çok önemli bir sorun. Bu kadar az telife
hiiiiiçbir şey yazılmaz. Ben telif işini şu şekilde çözdüm: Telif istemiyorum,
yayıncım da yayımladığı her kitaptan bana getiriyor. Beni biraz kandırmış gibi
görünebilir ama aslında karlı olan benim. :)
Dergiler için edebiyatın mutfağı
denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman
geçirdin?
Mutfakta bir süre vakit geçirdim ve aslında
birkaç örnek dışında hiçbir şey üretilmediğini fark ettim. Bu benim için hem
öğretici hem hüzünlüydü. Çünkü büyük beklentilerle giriyorsunuz mutfağa,
"acaba ne öğreneceğim" telaşını yaşıyorsunuz ama sonra bir
bakıyorsunuz ki herkes tariflere internetten bakıyor. :)
Dergilerde dolu dolu geçirdiğim dört senem
var. Birçok dergide yazdım, birçok dergi
tarafından reddedildim. Bu yolculuğun başları biraz sancılı oluyor ancak bir
yazarın kendini yenilemesinde ve edebiyat adı altında yapılan yanlışları
anlamasında etkili bir dönem. Dergiler, eleştirisel yönümü güçlendirip ne
isteyip ne istemediğimi anlamamı sağladı. Kitabı olan bir yazar olarak yazmak
isteyeceğim dergilerin birkaç taneden öteye geçememesi de bunun sonucu.
Kitabın yayımlandıktan sonra yakın
çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla
ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bu anlamda bir özgürlük
alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?
Yazmak o kadar bana ait ki, ailem ve
arkadaşlarım kitap haberini alınca çok sevindi ancak hepsinin dediği şu oldu:
"Bunun olacağını zaten biliyorduk."
Sadece anneannemin "Nur, ikinci kitap ne
zaman çıkacak?" demesi beni biraz şaşırtmıştı. Ama bunlar hep klasik bir Ege
ailesi olmamızın telaşından. :)
Kitabımın yayımlanması bana dokunulmazlık ya
da bir zırh vermedi, aksine şu an daha korunmasızım. Ailem de dahil herkese
karşı. Tüm çıplaklığımla buradayım ve bu durumdan çok keyif alıyorum.
Peki, bundan sonra?
Tabii ki yazacağım. Kendimi aşarak, kendime katarak
ve en önemlisi kendime kızarak daha çok yazacağım. Çünkü yazmak yolculuğu ancak
böyle keyifli.
İyi okurlar dilerim.
YanıtlaSilServet
etkili bir kitap, minik minik öykücükler var. keyifliydi.
YanıtlaSil